%29
Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9789753633703
Boyut
13.50x20.00
Sayfa Sayısı
341
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
3
Basım Tarihi
2004-02
Kapak Türü
Ciltsiz
Kağıt Türü
2. Hamur
Dili
Türkçe

Toplu Şiirler 1963-1991(1963-1996)

16,67TL
11,67TL
%29
Satışta değil
9789753633703
367447
Toplu Şiirler 1963-1991
Toplu Şiirler 1963-1991 (1963-1996)
11.67
Ahmet Oktay, "Mavi" hareketinden 2. Yeni'ye, oradan bugüne, özel bir şiir güzergahı geliştirdi. Kıvrak ritmi, söz ile yazı'nın bütün kutuplarına uğrayan teknik çoğulluğu, yaralı dünyasını bir eleveren bir gizleyen imge yapısıyla kişisel mitologyasını kurdu, geliştirdi, açtı, "Toplu Şiirler"i, gülden zakkuma toplu tohumlarını bir araya getiriyor.

Tadımlık

KARA YAZI

Yollar yollara bağlı vay bacım,
hangisinin sonunda yitecek dersin
süt beyaz etindeki sancı.
Uykulara vuran alaca dağlar,
arkası senin kahrın el harmanlarında.
Güneye insem
portakal, mandalin bahçeleri.
Ağıtlarda kirpiklerin hep ıslak
gözlerin uçurumlu.
Uzamış kıtalarda yalnızlığın,
Afrikada kara
Çukurovada anlatılmaz.

Bin renkle açar çiçek
döner gazel yaprağı rüzgârda.
Gün olur omzunda mermi, elinde mavzer
dağlarda düşmana konuşursun
kız memelerin ayaz,
gelin aynası gözlerin yangında.

Kurakta gök katına açılır ellerin,
ki duymuş başka şeylerden
yediveren toprağın özlemini.
Sıkılır dişlerin bir gece
vakterer aşktan,
kıskanır ağrını karanfil
canlar verirsin geceye.

Nice ölüm, nice gurbet
alıp giderler.

Bir sabah
sabrın konuşur taşta.



ÇALGICILAR

Uyandırdı kış gecesini altın sesli şarkıcılar
acı çiçek demetleri dağıtarak
karın portakal rengi ışıklardan döküldüğü sokaklara.

Ağlıyor kadife şarkıların yastığında soyunuk
günahlarını minyatür gibi saklayan gece yarısı kadınları.

Silahlarını bırakıp askerler uzakta
bellekte uzanan lacivert oymalı korulukları
elindeki karanfili düşüren kadını yaşıyorlar.

Toprağın üstünde bulutsuz bir akşam
silahlar şarkılardan utanıyor.

Gitaralar neden bu kadar dokunaklı?

Matbaa mürekkebine batmış küçük evliyâlar
sesleri kovalıyor ıslık çalarak.

Dinle aşkım benim
yalandan güzel şeyler var.
Onlar söylüyor öpüşü
kötü savaşı söylüyor,
ne çıkar bu şarabı beraber içmiyorsak?
Büyük bir sabırla dokuyor geceyi
kırağı düşmüş çiçek yüzleriyle kasketli adamlar.

Acı bizi dünyaya bağlamak için
sevinç bizi dünyaya bağlamak için,

Onlar güvercin şarkıcıları
denizin şarkıcıları onlar.
Dinle aşkım benim
onlar sana seslendiğim yerlerin şarkıcıları.



UMU

Oyuncak kentler kuruyor acının elyazıları
yağan kar gölgelerinden.
Birer birer gitti onlar.
Mayısta, Haziranda akşamüstü, sabaha doğru ya da
masalların mısır patlatılan gecesinde uyuya kalan
bir çocuk gibi elleri yumuk,
gittiler.
Korkularını değil
ikindi yağmurundan ayıran taş duvarlarına,
seni güvercin gürültüleriyle dolu bir alanda bırakıp
aşklarının sıcaklığını götürdüler.
Buruk şarapları nasıl ustaca içerlerdi,
yatardı ayaklarının altında bin renkli deniz,
acılara, ölümlere karşı bir silah gibi kullanırlardı
doğada yaratılmış bunca güzel olan
şiiri, öpüşü, gül dalını.
Onları altın buğulu bir şafakta yeniden bulmak
aklımızda kalan gözleri hiçbir şey yitirmemiş,
eflâtun geceleri hep öyle şarkılı.

Yüzlerini tek tek karşıma alıyorum karanlıkta
sevdiklerinin, şaraplarının adını unutmamışlar,
birgün dönecekler biliyorum.
Nicedir uzak kaldıkları ikinin ay ışığı tarlasında
toplayıp yasemin öpüşleri
onlara saklıyorum.



NİNNİ

Yağmur vurur camlara inceden
durmadan ağlarsın yağmura.
Analık dediğin bir tür ağrı
gelip geçer ninnilerden,
mavi gözlüm uyu.

Kömürümüz kalmadı buza kesiyor hava.
Çamaşıra gittiğimde gördüğün yataklar
ince beyler, ince hanımlar yavrum
nice düş olacak sana.
Kalmadı daha söyleyecek dillerim,
odamız soğuk, içtiğimiz acı su,
mavi gözlüm uyu.

Kimler korkmuyor karanlıkta?
Ütülmüş devlere cümle kişi
bize kalmış ölüm de, açlık ta.
Uzayıp gider hayın geceler,
baban açıkta yavrum,
perde olamadı evimize dokudukları
sedire örtü olamadı.
Dönüp duruyor tezgâhlar uykusunda,
on dokuz binin uykusunda.

Yağmur vurur camlara,
baban kahrolur arından.
Kimsenin kimseden haberi yok,
mahzun bakar, incelir gitgide
bencileyin garip analar.
Günlerle attı çaresizliğimiz.

Mavi gözlüm uyu
uyu fukara yavrum
uyu umudum.



CHARLES CHAPLIN

Acuna çevrili kristal mercekler
herkesin kendini bıraktığını görüyordu sağır bir düzende
nasıl hasis gözlerin, nasıl bir kan küreciğinin ortasında,
çaresiz elin, aklın gücü
çocuklar nasıl hasta.

Silah fabrikaları, polis copları, asık suratlar
geçip gidiyor sincapların mavi ışıklı gecesinden.
Namluların önünde bir göz, bir dudak
yalnız mı, yenik mi, umutsuz mu?
Yarıda kalıyor gözün bakışı
dudağın öpüşü yarıda.

Bir mimik kapıları zorluyor, duvarları.

Ay ışığında seviştiğimizi ansana.
Korkuya, zulma, ölüme inat
yitmeyen, koparılmayan bir yönümüz var.
Alıp götürülenler sohbetimizden ansana
bahçemize bir daha dönmeyenler
nasıl geçirdiler üç yılı, beş yılı ansana.

Büyük avuntuları var küçük şeylerin onunla
aşkımız perçinli, yüreğimiz kavi,
yeniden onarıyoruz evleri, sokakları onunla,
toplar susunca erikler çiçek açıyor.

Baston diye bağırdı çocuklar
boksoyu kötümserliklerin ortasına,
balıklar kumsala çıktı baston diyerek,
şarkıda ağız mızıkaları, laternalar,
mavi bir kesit vurdu pencere pervazına.
  • Açıklama
    • Ahmet Oktay, "Mavi" hareketinden 2. Yeni'ye, oradan bugüne, özel bir şiir güzergahı geliştirdi. Kıvrak ritmi, söz ile yazı'nın bütün kutuplarına uğrayan teknik çoğulluğu, yaralı dünyasını bir eleveren bir gizleyen imge yapısıyla kişisel mitologyasını kurdu, geliştirdi, açtı, "Toplu Şiirler"i, gülden zakkuma toplu tohumlarını bir araya getiriyor.

      Tadımlık

      KARA YAZI

      Yollar yollara bağlı vay bacım,
      hangisinin sonunda yitecek dersin
      süt beyaz etindeki sancı.
      Uykulara vuran alaca dağlar,
      arkası senin kahrın el harmanlarında.
      Güneye insem
      portakal, mandalin bahçeleri.
      Ağıtlarda kirpiklerin hep ıslak
      gözlerin uçurumlu.
      Uzamış kıtalarda yalnızlığın,
      Afrikada kara
      Çukurovada anlatılmaz.

      Bin renkle açar çiçek
      döner gazel yaprağı rüzgârda.
      Gün olur omzunda mermi, elinde mavzer
      dağlarda düşmana konuşursun
      kız memelerin ayaz,
      gelin aynası gözlerin yangında.

      Kurakta gök katına açılır ellerin,
      ki duymuş başka şeylerden
      yediveren toprağın özlemini.
      Sıkılır dişlerin bir gece
      vakterer aşktan,
      kıskanır ağrını karanfil
      canlar verirsin geceye.

      Nice ölüm, nice gurbet
      alıp giderler.

      Bir sabah
      sabrın konuşur taşta.



      ÇALGICILAR

      Uyandırdı kış gecesini altın sesli şarkıcılar
      acı çiçek demetleri dağıtarak
      karın portakal rengi ışıklardan döküldüğü sokaklara.

      Ağlıyor kadife şarkıların yastığında soyunuk
      günahlarını minyatür gibi saklayan gece yarısı kadınları.

      Silahlarını bırakıp askerler uzakta
      bellekte uzanan lacivert oymalı korulukları
      elindeki karanfili düşüren kadını yaşıyorlar.

      Toprağın üstünde bulutsuz bir akşam
      silahlar şarkılardan utanıyor.

      Gitaralar neden bu kadar dokunaklı?

      Matbaa mürekkebine batmış küçük evliyâlar
      sesleri kovalıyor ıslık çalarak.

      Dinle aşkım benim
      yalandan güzel şeyler var.
      Onlar söylüyor öpüşü
      kötü savaşı söylüyor,
      ne çıkar bu şarabı beraber içmiyorsak?
      Büyük bir sabırla dokuyor geceyi
      kırağı düşmüş çiçek yüzleriyle kasketli adamlar.

      Acı bizi dünyaya bağlamak için
      sevinç bizi dünyaya bağlamak için,

      Onlar güvercin şarkıcıları
      denizin şarkıcıları onlar.
      Dinle aşkım benim
      onlar sana seslendiğim yerlerin şarkıcıları.



      UMU

      Oyuncak kentler kuruyor acının elyazıları
      yağan kar gölgelerinden.
      Birer birer gitti onlar.
      Mayısta, Haziranda akşamüstü, sabaha doğru ya da
      masalların mısır patlatılan gecesinde uyuya kalan
      bir çocuk gibi elleri yumuk,
      gittiler.
      Korkularını değil
      ikindi yağmurundan ayıran taş duvarlarına,
      seni güvercin gürültüleriyle dolu bir alanda bırakıp
      aşklarının sıcaklığını götürdüler.
      Buruk şarapları nasıl ustaca içerlerdi,
      yatardı ayaklarının altında bin renkli deniz,
      acılara, ölümlere karşı bir silah gibi kullanırlardı
      doğada yaratılmış bunca güzel olan
      şiiri, öpüşü, gül dalını.
      Onları altın buğulu bir şafakta yeniden bulmak
      aklımızda kalan gözleri hiçbir şey yitirmemiş,
      eflâtun geceleri hep öyle şarkılı.

      Yüzlerini tek tek karşıma alıyorum karanlıkta
      sevdiklerinin, şaraplarının adını unutmamışlar,
      birgün dönecekler biliyorum.
      Nicedir uzak kaldıkları ikinin ay ışığı tarlasında
      toplayıp yasemin öpüşleri
      onlara saklıyorum.



      NİNNİ

      Yağmur vurur camlara inceden
      durmadan ağlarsın yağmura.
      Analık dediğin bir tür ağrı
      gelip geçer ninnilerden,
      mavi gözlüm uyu.

      Kömürümüz kalmadı buza kesiyor hava.
      Çamaşıra gittiğimde gördüğün yataklar
      ince beyler, ince hanımlar yavrum
      nice düş olacak sana.
      Kalmadı daha söyleyecek dillerim,
      odamız soğuk, içtiğimiz acı su,
      mavi gözlüm uyu.

      Kimler korkmuyor karanlıkta?
      Ütülmüş devlere cümle kişi
      bize kalmış ölüm de, açlık ta.
      Uzayıp gider hayın geceler,
      baban açıkta yavrum,
      perde olamadı evimize dokudukları
      sedire örtü olamadı.
      Dönüp duruyor tezgâhlar uykusunda,
      on dokuz binin uykusunda.

      Yağmur vurur camlara,
      baban kahrolur arından.
      Kimsenin kimseden haberi yok,
      mahzun bakar, incelir gitgide
      bencileyin garip analar.
      Günlerle attı çaresizliğimiz.

      Mavi gözlüm uyu
      uyu fukara yavrum
      uyu umudum.



      CHARLES CHAPLIN

      Acuna çevrili kristal mercekler
      herkesin kendini bıraktığını görüyordu sağır bir düzende
      nasıl hasis gözlerin, nasıl bir kan küreciğinin ortasında,
      çaresiz elin, aklın gücü
      çocuklar nasıl hasta.

      Silah fabrikaları, polis copları, asık suratlar
      geçip gidiyor sincapların mavi ışıklı gecesinden.
      Namluların önünde bir göz, bir dudak
      yalnız mı, yenik mi, umutsuz mu?
      Yarıda kalıyor gözün bakışı
      dudağın öpüşü yarıda.

      Bir mimik kapıları zorluyor, duvarları.

      Ay ışığında seviştiğimizi ansana.
      Korkuya, zulma, ölüme inat
      yitmeyen, koparılmayan bir yönümüz var.
      Alıp götürülenler sohbetimizden ansana
      bahçemize bir daha dönmeyenler
      nasıl geçirdiler üç yılı, beş yılı ansana.

      Büyük avuntuları var küçük şeylerin onunla
      aşkımız perçinli, yüreğimiz kavi,
      yeniden onarıyoruz evleri, sokakları onunla,
      toplar susunca erikler çiçek açıyor.

      Baston diye bağırdı çocuklar
      boksoyu kötümserliklerin ortasına,
      balıklar kumsala çıktı baston diyerek,
      şarkıda ağız mızıkaları, laternalar,
      mavi bir kesit vurdu pencere pervazına.
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.
Kapat