%30
Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9789753635493
Boyut
13.50x20.00
Sayfa Sayısı
192
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
2
Basım Tarihi
2000-06
Kapak Türü
Ciltsiz
Kağıt Türü
1. Hamur
Dili
Türkçe

Papağana Silah Çekme!

9,26TL
6,48TL
%30
Satışta değil
9789753635493
367271
Papağana Silah Çekme!
Papağana Silah Çekme!
6.48
"biliyorum bundan sonrası
yatağın yatağa omuz attığı
papağanın papağana silah çektiği
cesedin cesetle çılgınca raksettiği o uppuuzun cerahatle lal vakti!"
özlerinin önünde bulanık bir gölle dolaşıyor.
bildiklerini anlatan bir papağan o:
kim ne derse desin: İdealist.

Tadımlık

uzak günlükler

bir zamanların en özel sevgisine..

genlerimize çöreklenmiş ilk yolculuğun misafirliği
opal bavullarda bütün berbat hayatların tahlilleri ve
mıknatıs tenlerin üzerinde unutulmuş solgun temaslar
dilbaz martı ile ölgün yunusun tek nikâh şahidi;

pırıl pırıl bir miçoyum
kimseye görünmeyen sekizinci cüceyim
daha yeni boyamışım gemiyi açık siyaha
sağ avcumda poyraz sol avcumda uygunsuz rüyalar
kaç gümüşü altına çevirmiş profesör dudaklarım
hatırlarım
hem biliyorum asla çocuklara adanmaz
seyir defterleri..

sarıdan tahliye Babyface Limanında
yağmura ve incecik bir yalnızlığa rağmen
şarap içmişim iki mavi liraya köpürte köpürte
oysa sen
bir kartpostal niyetine postalandığın cennetten
kötü bir haber olarak dönmüşsün yine bu yere...
ah
hatalı intiharların doğru tahmin edilmiş nedenleri...
bir gece sabaha karşı
alışılmış fırtınalarla
kayalıklarına bindirmişim
zalim âşıklar yaşıyormuş senin denizfenerinde!

ağzımda sönmüş bir gitanes sigarasıyla
şimdi bakıyorum da sığ okyanuslara
ne uzak günlüklerdeki telaşlar
ne de pazularımdaki arzu dövmeleri
hayret
hiç geçmiyor adın cızırtılı yardım çağrılarında
çaresiz bir filika gibi sığındığım
tahsilli gülümsemenden iz yok radarlarda da
ve kanını dondurmamış meğer
balerinler gibi döne döne batışım!
ne demişti bizi bir bıçak darbesiyle ayıran Kıran:
ancak kara göründüğünde kalkışılınır gerçek ihanete,
ne kadar isterse istesin kavuşup kucaklaşamaz
iki deli dalga aynı mahşerî denizde!

neyse.. sevgilim!.
çözülsün boynundaki palamar, idam mahkûmunun
ve the cureun şarkıları kalsın sana bu kışaşktan
gemi dibe oturdu, vakit tamam, artık ne olacaksa olsun
define bulamaz tahta kalpli korsanlar
bizim meşhur rotamız dolunaylar patlatır be kaptan!
2 ocak 1995



pil

otomobilin altında kalmış
peygamber.

bir delikten içeri sızmaya çalışmış
hayatı boyunca kan.

kapan kapanmadan önce kararan hava
şişirmiş komik cinlerin etli ciğerlerini.

istanbula inen uçak
avcundan su içmiş karanlığın.

öyle yazmışsın mektubunda
öyle dedi akıl hastanesine yatırılan postacı.

28 kasım 1996



çin lokantası

beni sevmene asla izin vermeyeceğim
diye yazmıştın kapımdaki not defterine;
kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım
içerde olmadığımı bile bile!

gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte
uzun büyük parlak
siyah ve vahşi!
parçalayacak kadar siyah
ve onarabilecek kadar vahşi!
sanki
aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu
ama hep hırpalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi!

gövdenin tarihinde yan yana dururdu yalnızlıklarımız
plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık
kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken
birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri âşık!

elerinin saklamaya çabaladığı o şehir gecesi
başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık
giderken citroen:dudaklarını döven neon gazı,
dudaklarındaki kazı tozu. ölelim mi... demiştin
bak şimdi tam sırası!
dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben
müşterisiz
mütemadiyen ağlamaklı
için için eğlenceli
temiz..
çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı
bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben
bir tahta masa iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz

mesela
yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca
ve sağ kulağındaki halka küpeden atlardı çığlık çığlığa
tenimdeki tüm yabanıl bitki örtüsü
biz birbirimizin çatalı, bıçağı
biz birbirimizin incelik hırsızı, gönül süsü
ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda!

sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe
sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan
merdivenlere yığılıp ölen son şehzade
son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini
son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe!

dağlar, dersini verir acının kuşkusuz
aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta,
yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil
gecenin koynuna ihanet, bir orospu gibi sokulmakta!
ışıktan ışığa geçen o tenha yolda
o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada
seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada
o hırçın, o fazla erkek fazla kadın noktada
tanımadığım
tanımaya kalkışmadığım
izahı zor, kavranması imkânsız bir hastalık gibi
ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı
şaha kaldırdığı boşluklarda!
iz sürmedim
ad sormadım
dönüp bakmadım ardıma!

hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla
o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde
kendi kendimizi,
mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!

beni sevmene izin vermeyeceğim
diye yazmıştın kapımdaki not defterine;
ben de eklemişim altına:

aşkı dövmek lazım
kalbe terbiyesizlik ettiğinde!..

yaz boyu, 1996



üçgen
üç gen

istirahate çekilmiş şehirlerden geç
terkedeceğin kadın olmalı bir tarafında
tren, yanında yatan yabancıya uzattığın el
gibi ürkekçe yaklaşmalı son noktaya

biliyoruz biz burada, senin sesin yoktu,
biz burada uslu çocuklara şeker alırken
gecenin göğsüne ucunda elmas taşıyan ok
gibi saplanıverdi birdenbire i need you

maalesef! tamamlamamış ressam portreni
eksik kalmış gözlerin yüzünde, aldatıyorsun
günü
bak, koynuna ay almışsın

sen kendini ne sanıyorsun
ben kendimi kim bilir ne sanıyorum,
bir zamanlar ben de istirahate çekilmiş
şehirler geçtim
kadınlar terkettim paramparça
şimdi açım ve ıslanıyorum
kendine güven, kendini küçümseme
mesela kimse görmez kelebeğin gülümsemesini
çiçeğin açarken çıkarttığı sesi kimse işitmez mesela
her neyse, ben hep o yabancı gibi yanındayım
bana kızma, yeni sevgilim pek hırçın laf aramızda
telefonu kapatmak zorundayım,



vampir rotası

yalnızca iki el ateş edeceksin
çünkü aşk, israf değil!

içinde gizlenen siyah beyaz hayvan
haplanmış gözlerine çöken terki diyar
kalbinin çıkışındaki esrarlı sudan sebep
ve tetikteki on birinci parmak
bir kancalı
  • Açıklama
    • "biliyorum bundan sonrası
      yatağın yatağa omuz attığı
      papağanın papağana silah çektiği
      cesedin cesetle çılgınca raksettiği o uppuuzun cerahatle lal vakti!"
      özlerinin önünde bulanık bir gölle dolaşıyor.
      bildiklerini anlatan bir papağan o:
      kim ne derse desin: İdealist.

      Tadımlık

      uzak günlükler

      bir zamanların en özel sevgisine..

      genlerimize çöreklenmiş ilk yolculuğun misafirliği
      opal bavullarda bütün berbat hayatların tahlilleri ve
      mıknatıs tenlerin üzerinde unutulmuş solgun temaslar
      dilbaz martı ile ölgün yunusun tek nikâh şahidi;

      pırıl pırıl bir miçoyum
      kimseye görünmeyen sekizinci cüceyim
      daha yeni boyamışım gemiyi açık siyaha
      sağ avcumda poyraz sol avcumda uygunsuz rüyalar
      kaç gümüşü altına çevirmiş profesör dudaklarım
      hatırlarım
      hem biliyorum asla çocuklara adanmaz
      seyir defterleri..

      sarıdan tahliye Babyface Limanında
      yağmura ve incecik bir yalnızlığa rağmen
      şarap içmişim iki mavi liraya köpürte köpürte
      oysa sen
      bir kartpostal niyetine postalandığın cennetten
      kötü bir haber olarak dönmüşsün yine bu yere...
      ah
      hatalı intiharların doğru tahmin edilmiş nedenleri...
      bir gece sabaha karşı
      alışılmış fırtınalarla
      kayalıklarına bindirmişim
      zalim âşıklar yaşıyormuş senin denizfenerinde!

      ağzımda sönmüş bir gitanes sigarasıyla
      şimdi bakıyorum da sığ okyanuslara
      ne uzak günlüklerdeki telaşlar
      ne de pazularımdaki arzu dövmeleri
      hayret
      hiç geçmiyor adın cızırtılı yardım çağrılarında
      çaresiz bir filika gibi sığındığım
      tahsilli gülümsemenden iz yok radarlarda da
      ve kanını dondurmamış meğer
      balerinler gibi döne döne batışım!
      ne demişti bizi bir bıçak darbesiyle ayıran Kıran:
      ancak kara göründüğünde kalkışılınır gerçek ihanete,
      ne kadar isterse istesin kavuşup kucaklaşamaz
      iki deli dalga aynı mahşerî denizde!

      neyse.. sevgilim!.
      çözülsün boynundaki palamar, idam mahkûmunun
      ve the cureun şarkıları kalsın sana bu kışaşktan
      gemi dibe oturdu, vakit tamam, artık ne olacaksa olsun
      define bulamaz tahta kalpli korsanlar
      bizim meşhur rotamız dolunaylar patlatır be kaptan!
      2 ocak 1995



      pil

      otomobilin altında kalmış
      peygamber.

      bir delikten içeri sızmaya çalışmış
      hayatı boyunca kan.

      kapan kapanmadan önce kararan hava
      şişirmiş komik cinlerin etli ciğerlerini.

      istanbula inen uçak
      avcundan su içmiş karanlığın.

      öyle yazmışsın mektubunda
      öyle dedi akıl hastanesine yatırılan postacı.

      28 kasım 1996



      çin lokantası

      beni sevmene asla izin vermeyeceğim
      diye yazmıştın kapımdaki not defterine;
      kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım
      içerde olmadığımı bile bile!

      gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte
      uzun büyük parlak
      siyah ve vahşi!
      parçalayacak kadar siyah
      ve onarabilecek kadar vahşi!
      sanki
      aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu
      ama hep hırpalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi!

      gövdenin tarihinde yan yana dururdu yalnızlıklarımız
      plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık
      kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken
      birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri âşık!

      elerinin saklamaya çabaladığı o şehir gecesi
      başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık
      giderken citroen:dudaklarını döven neon gazı,
      dudaklarındaki kazı tozu. ölelim mi... demiştin
      bak şimdi tam sırası!
      dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben
      müşterisiz
      mütemadiyen ağlamaklı
      için için eğlenceli
      temiz..
      çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı
      bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben
      bir tahta masa iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz

      mesela
      yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca
      ve sağ kulağındaki halka küpeden atlardı çığlık çığlığa
      tenimdeki tüm yabanıl bitki örtüsü
      biz birbirimizin çatalı, bıçağı
      biz birbirimizin incelik hırsızı, gönül süsü
      ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda!

      sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe
      sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan
      merdivenlere yığılıp ölen son şehzade
      son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini
      son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe!

      dağlar, dersini verir acının kuşkusuz
      aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta,
      yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil
      gecenin koynuna ihanet, bir orospu gibi sokulmakta!
      ışıktan ışığa geçen o tenha yolda
      o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada
      seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada
      o hırçın, o fazla erkek fazla kadın noktada
      tanımadığım
      tanımaya kalkışmadığım
      izahı zor, kavranması imkânsız bir hastalık gibi
      ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı
      şaha kaldırdığı boşluklarda!
      iz sürmedim
      ad sormadım
      dönüp bakmadım ardıma!

      hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla
      o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde
      kendi kendimizi,
      mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!

      beni sevmene izin vermeyeceğim
      diye yazmıştın kapımdaki not defterine;
      ben de eklemişim altına:

      aşkı dövmek lazım
      kalbe terbiyesizlik ettiğinde!..

      yaz boyu, 1996



      üçgen
      üç gen

      istirahate çekilmiş şehirlerden geç
      terkedeceğin kadın olmalı bir tarafında
      tren, yanında yatan yabancıya uzattığın el
      gibi ürkekçe yaklaşmalı son noktaya

      biliyoruz biz burada, senin sesin yoktu,
      biz burada uslu çocuklara şeker alırken
      gecenin göğsüne ucunda elmas taşıyan ok
      gibi saplanıverdi birdenbire i need you

      maalesef! tamamlamamış ressam portreni
      eksik kalmış gözlerin yüzünde, aldatıyorsun
      günü
      bak, koynuna ay almışsın

      sen kendini ne sanıyorsun
      ben kendimi kim bilir ne sanıyorum,
      bir zamanlar ben de istirahate çekilmiş
      şehirler geçtim
      kadınlar terkettim paramparça
      şimdi açım ve ıslanıyorum
      kendine güven, kendini küçümseme
      mesela kimse görmez kelebeğin gülümsemesini
      çiçeğin açarken çıkarttığı sesi kimse işitmez mesela
      her neyse, ben hep o yabancı gibi yanındayım
      bana kızma, yeni sevgilim pek hırçın laf aramızda
      telefonu kapatmak zorundayım,



      vampir rotası

      yalnızca iki el ateş edeceksin
      çünkü aşk, israf değil!

      içinde gizlenen siyah beyaz hayvan
      haplanmış gözlerine çöken terki diyar
      kalbinin çıkışındaki esrarlı sudan sebep
      ve tetikteki on birinci parmak
      bir kancalı
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.
Kapat