Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9789750806115
Boyut
175-115
Sayfa Sayısı
1028
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
1
Basım Tarihi
2004
Kapak Türü
Ciltli
Kağıt Türü
2. Hamur
Dili
Türkçe

Füruzan (Ciltli)Toplu Öyküler

Yazar: Füruzan
0,00TL
Satışta değil
9789750806115
443443
Füruzan (Ciltli)
Füruzan (Ciltli) Toplu Öyküler
0.00
Yapı Kredi Yayınlarının Delta dizisi, Füruzanın derin bir sevgi, acıma ve umutla kaleme aldığı tüm öykülerini Toplu Öykülerde bir araya getiriyor. Bilgiyi tek kaynaktan sunmayı amaçlayan YKYnin bu yeni dizisi içeriği, baskı kalitesi ve farklı tasarımıyla da okuyucularının hayranlığını kazanmaya aday.

Tadımlık

Sabah Eskimişliğin
Özgürlük Atları
Münip Bey'in Günlüğü

Sabah Eskimişliğin


Sabah eskimişliğin buzulları burnuma dek geliyor.
Bilmem ne hanım geçen gün diyesiymiş ki, "Ayol onun kocası koskoca bir koca ki!"
Her kez sobaya kömür atmak gerekir, yoksa söner. Sobada eskimiş kışların külleri var, ama mangal külleri. İki yüz gram beyazpeynir, yarım ekmek, "Anneciğim kış helvası alabilir miyim?"
Çünkü yaz helvası da var, dondurulmuş tadı olan bir helva.
Kaç kişi yaz helvasını bilip de yemiş içimizde?
Zaten o çocuk tıpkı baba tarafı, anasına hiç çekmemiş, iyi de olmuş; anası dediğin ne ki, dikiş yok, nakış yok, ama ne kadar havası vardı. İlk tanışmada bu "hava"dan çokça söz edilmişti de, dik kafalı filan bulunmamıştı.
Sonraki tüm çabası da boşa gitti, ne de olsa ilk eğitilmişliğine sırtını dönememişti: "Mahalle kızı, ne demeli" diyecekleri sözü bulduklarında bir rahatladılar ki o kadar olur.
Ah... çocukluğumu da eskisi gibi sevemiyorum, buna tam sevmemek de denemez, işte öylesine bir şey. Artık günün orta yerinde de sevinivermeler kalmadı.
Bir şey var ki o çok önemli, insanlara sevgimiz arttı ve de güvenimiz; ufak tefek, akıllı akıllı bakan bir kız, sana yakışan sonuna dek dayanmaktır, diyor, onlar mı çok iyiydiler, hadi canım ordan, herkesin kendince iyiliği nitelemesi var, kimse en mükemmel değil; bunu öğrendiğimizde kendimizi tanımış olduk, beğendik de, bu ayağımızın suya ermesiydi.
Annemin dolu ıvır zıvırı vardı, çok eskiden kalma İran işi duvar halılarını özene bezene germişti odasına, bir büyükçe taşkömürü sobası yanıyor, ısınıyordu her yan.
"Benim kimseye ihtiyacım yok, kan içerim kızılcık şerbeti içtim derim, ama sen öyle misin ya, yok seni sanki sokaktan aldım, Allah için söyle bendeki kadınlık, tutum nerde; kızım mal kıymeti bilmeyen, insan kıymeti de bilmez."
Misafir odalarındaki eşyalara yabancınınmış gibi dokunulmaz, birileri gelince temiz bir naftalin kokusu sarar her yanı.
Öğretmen tırnaklara bakacak, oysa kemirilmiş, sıskacık ellerimi saklayacak yer de yok, okul önlüğüm gittikçe soluyor, soluyor; öğretmen sevgisiz, soğuk, yorgun.
İlkokulun o tanrısal öğretmenleri nasıl da korktuklarımız, saydıklarımızdı, nedense göğün bitimine doğru yok olup giderlerdi ders süresince.
Bu yaz gittiğimiz denizde Rüknettin Beylere rastladık, kaynının aracılığıyla iyi bir odun partisi vurduğunu, bunun da tam bir kâr demek olduğunu öğrendik. Karısının yabancı okullarda edindiği Fransızcasıyla güzel uzun gezilere, yabancı ülkelere gidi gidiverdiklerini anlattı.
O gün deniz dalgalıydı, ama havada bir Akdeniz bulutu dört dönüyordu.
Rüknettin Bey'in hanımı, bacaklarının diğer erkeklere en güzel görüneceği biçimi aramakla uğraştı, buldu ve rahatladı. Kumun altın inceliği avucumda şimdi: Gidelim, yahu bu karıyla bu herifle ne merhabamız var? desem, bu insanlarla bir arada yaşıyoruz, onlarla konuşmamızı bu kadar garipsemeye lüzum yok, hazırdır; bir de beğenir ki bu sözü, ikide bir söylemeden edemez. Rüknettin Bey evine gelen hanımların romantiklerini "kendisi bir yaşama sulandırılmış yapay romantizminin bağırıcısıdır, her şeyin tatlı sulusunu sever" bahçede öpermiş.
Pencerenin perdesini, aç bana göster yüzünü / Görmek için ben yüzünü dağları aştım da geldim / Mani oluyor halimi takrire hicabım / Denizler durulmaz dalgalanmadan / Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.
Maltızda balık kızartılır mı? diye söyleniyor Güzide Hanım, mahalleyi kokusu tutuyor, yoo ayol ben titiz bir kadınım, Salim Bey'e pastırma yedirmiyorum, ağır vücutlu adam, terlerse yatak yorgana bile siniyor kokusu, o cânım çivitli çarşaflarıma, kalkıyor bunlar tüttürerekten balık kızartıyorlar... Bu bahar gününde kapı pencere kapalı oturulmaz a, şarkılı sokağın sakası atına kocaman nazar boncukları almış. Haydi kız, diyor, ben sıçan dişi yapmayı Mualla Abla'dan öğrendim, o şey var ya deniz astçavuşu, iki gözüm önüme aksın gitmiştir Opera Sineması'na, bana mektuplarını elden yollatıyor artık, eh sen de herkese yayma bunu, babası duyarsa...
Aman babası duymasın Mualla Abla'nın, mezbahada çalışıyor babası; günışığında onu gören yok çocuklardan, bir ürkünç adam ki, olursa o kadar olur, diyoruz, o yoksul vapurlara binip giden, durmadan hayvanları kesi kesiveren bu adamı.
Udumun akordu bozuluyor, diye bağırıyor annem, oynama kız geliyorum yanına. Taşlığın boşluğuna terlik teki fırlıyor.
Bu kadar ayakkabıyı ne yapacaksın deme, eğri, kalıbı bozulmuş ayakkabılardan nefret ediyorum, evet kırkayağım, kırk ayağımda da düzgün ayakkabılarla okulun koridorundan geçiyorum.
Öğretmen güneş prizması, diyor. Çocuklar, Yuuuuuu, diye bağırıyorlar, kıza bak kıza, takunya ile gelmiş yuuuuuu. Yaaaaaa hava alırsınız siz, ben kırkayağım, kırk ayakkabımla, hepsi de yepyeni, gıcır gıcır, koridordan geçiyorum: Turuncu, yedi, on, otuz beş, hepsi de yeni, diyorlar, hem de güneşteki renklerden daha güzel daha gözalıcı, affedersin kardeşim, biz seni yoksul sanmıştık, oysa senin kırk kürkün, kırk bileziğin, kırk sarayın, kırk havuzun, kırk güvercinin ve bir Zümrüdüanka kuşun varmış, bize gelsene oynayalım...
Efendim, sosyal çabalarımız olmalı, bu millet tembel, bakın Almanlara nasıl da çalışkan adamlar, vızır vızır keratalar. Son gezimizde di mi canım?
Canı, bakıştığı adamdan gözünü ayırdı, güldü, ön dişine dudak boyası bulaşmıştı.
Siz rakıyı mı rahat içiyorsunuz? Viski aslında mideyi daha az yoruyormuş.
Bir arsa vardı da çok devedikenleri doluydu orası, o çocuk yaşamımın ince, duygulu özgürlüğünü ne güzel derleyip topluyordu o arsalar; bu kente ne oldu bilemiyorum, çocuklara arsaları bırakmadılar, sıkıntıdan esneyen, akık koca binalarla dolduruyorlar.
Siz hep böyle akıllı görünme çabasında mısınız? Ayrıntıların kişisi olmadığınız o denli açık ki, sizin adınıza ben sıkılıyorum. Çağımızın abartılmış tilciklerini bir kullanmanız var ki... Hem bu odada bu kadar sağlıksız görüntüler taşıyarak havasız yaşamak
  • Açıklama
    • Yapı Kredi Yayınlarının Delta dizisi, Füruzanın derin bir sevgi, acıma ve umutla kaleme aldığı tüm öykülerini Toplu Öykülerde bir araya getiriyor. Bilgiyi tek kaynaktan sunmayı amaçlayan YKYnin bu yeni dizisi içeriği, baskı kalitesi ve farklı tasarımıyla da okuyucularının hayranlığını kazanmaya aday.

      Tadımlık

      Sabah Eskimişliğin
      Özgürlük Atları
      Münip Bey'in Günlüğü

      Sabah Eskimişliğin


      Sabah eskimişliğin buzulları burnuma dek geliyor.
      Bilmem ne hanım geçen gün diyesiymiş ki, "Ayol onun kocası koskoca bir koca ki!"
      Her kez sobaya kömür atmak gerekir, yoksa söner. Sobada eskimiş kışların külleri var, ama mangal külleri. İki yüz gram beyazpeynir, yarım ekmek, "Anneciğim kış helvası alabilir miyim?"
      Çünkü yaz helvası da var, dondurulmuş tadı olan bir helva.
      Kaç kişi yaz helvasını bilip de yemiş içimizde?
      Zaten o çocuk tıpkı baba tarafı, anasına hiç çekmemiş, iyi de olmuş; anası dediğin ne ki, dikiş yok, nakış yok, ama ne kadar havası vardı. İlk tanışmada bu "hava"dan çokça söz edilmişti de, dik kafalı filan bulunmamıştı.
      Sonraki tüm çabası da boşa gitti, ne de olsa ilk eğitilmişliğine sırtını dönememişti: "Mahalle kızı, ne demeli" diyecekleri sözü bulduklarında bir rahatladılar ki o kadar olur.
      Ah... çocukluğumu da eskisi gibi sevemiyorum, buna tam sevmemek de denemez, işte öylesine bir şey. Artık günün orta yerinde de sevinivermeler kalmadı.
      Bir şey var ki o çok önemli, insanlara sevgimiz arttı ve de güvenimiz; ufak tefek, akıllı akıllı bakan bir kız, sana yakışan sonuna dek dayanmaktır, diyor, onlar mı çok iyiydiler, hadi canım ordan, herkesin kendince iyiliği nitelemesi var, kimse en mükemmel değil; bunu öğrendiğimizde kendimizi tanımış olduk, beğendik de, bu ayağımızın suya ermesiydi.
      Annemin dolu ıvır zıvırı vardı, çok eskiden kalma İran işi duvar halılarını özene bezene germişti odasına, bir büyükçe taşkömürü sobası yanıyor, ısınıyordu her yan.
      "Benim kimseye ihtiyacım yok, kan içerim kızılcık şerbeti içtim derim, ama sen öyle misin ya, yok seni sanki sokaktan aldım, Allah için söyle bendeki kadınlık, tutum nerde; kızım mal kıymeti bilmeyen, insan kıymeti de bilmez."
      Misafir odalarındaki eşyalara yabancınınmış gibi dokunulmaz, birileri gelince temiz bir naftalin kokusu sarar her yanı.
      Öğretmen tırnaklara bakacak, oysa kemirilmiş, sıskacık ellerimi saklayacak yer de yok, okul önlüğüm gittikçe soluyor, soluyor; öğretmen sevgisiz, soğuk, yorgun.
      İlkokulun o tanrısal öğretmenleri nasıl da korktuklarımız, saydıklarımızdı, nedense göğün bitimine doğru yok olup giderlerdi ders süresince.
      Bu yaz gittiğimiz denizde Rüknettin Beylere rastladık, kaynının aracılığıyla iyi bir odun partisi vurduğunu, bunun da tam bir kâr demek olduğunu öğrendik. Karısının yabancı okullarda edindiği Fransızcasıyla güzel uzun gezilere, yabancı ülkelere gidi gidiverdiklerini anlattı.
      O gün deniz dalgalıydı, ama havada bir Akdeniz bulutu dört dönüyordu.
      Rüknettin Bey'in hanımı, bacaklarının diğer erkeklere en güzel görüneceği biçimi aramakla uğraştı, buldu ve rahatladı. Kumun altın inceliği avucumda şimdi: Gidelim, yahu bu karıyla bu herifle ne merhabamız var? desem, bu insanlarla bir arada yaşıyoruz, onlarla konuşmamızı bu kadar garipsemeye lüzum yok, hazırdır; bir de beğenir ki bu sözü, ikide bir söylemeden edemez. Rüknettin Bey evine gelen hanımların romantiklerini "kendisi bir yaşama sulandırılmış yapay romantizminin bağırıcısıdır, her şeyin tatlı sulusunu sever" bahçede öpermiş.
      Pencerenin perdesini, aç bana göster yüzünü / Görmek için ben yüzünü dağları aştım da geldim / Mani oluyor halimi takrire hicabım / Denizler durulmaz dalgalanmadan / Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.
      Maltızda balık kızartılır mı? diye söyleniyor Güzide Hanım, mahalleyi kokusu tutuyor, yoo ayol ben titiz bir kadınım, Salim Bey'e pastırma yedirmiyorum, ağır vücutlu adam, terlerse yatak yorgana bile siniyor kokusu, o cânım çivitli çarşaflarıma, kalkıyor bunlar tüttürerekten balık kızartıyorlar... Bu bahar gününde kapı pencere kapalı oturulmaz a, şarkılı sokağın sakası atına kocaman nazar boncukları almış. Haydi kız, diyor, ben sıçan dişi yapmayı Mualla Abla'dan öğrendim, o şey var ya deniz astçavuşu, iki gözüm önüme aksın gitmiştir Opera Sineması'na, bana mektuplarını elden yollatıyor artık, eh sen de herkese yayma bunu, babası duyarsa...
      Aman babası duymasın Mualla Abla'nın, mezbahada çalışıyor babası; günışığında onu gören yok çocuklardan, bir ürkünç adam ki, olursa o kadar olur, diyoruz, o yoksul vapurlara binip giden, durmadan hayvanları kesi kesiveren bu adamı.
      Udumun akordu bozuluyor, diye bağırıyor annem, oynama kız geliyorum yanına. Taşlığın boşluğuna terlik teki fırlıyor.
      Bu kadar ayakkabıyı ne yapacaksın deme, eğri, kalıbı bozulmuş ayakkabılardan nefret ediyorum, evet kırkayağım, kırk ayağımda da düzgün ayakkabılarla okulun koridorundan geçiyorum.
      Öğretmen güneş prizması, diyor. Çocuklar, Yuuuuuu, diye bağırıyorlar, kıza bak kıza, takunya ile gelmiş yuuuuuu. Yaaaaaa hava alırsınız siz, ben kırkayağım, kırk ayakkabımla, hepsi de yepyeni, gıcır gıcır, koridordan geçiyorum: Turuncu, yedi, on, otuz beş, hepsi de yeni, diyorlar, hem de güneşteki renklerden daha güzel daha gözalıcı, affedersin kardeşim, biz seni yoksul sanmıştık, oysa senin kırk kürkün, kırk bileziğin, kırk sarayın, kırk havuzun, kırk güvercinin ve bir Zümrüdüanka kuşun varmış, bize gelsene oynayalım...
      Efendim, sosyal çabalarımız olmalı, bu millet tembel, bakın Almanlara nasıl da çalışkan adamlar, vızır vızır keratalar. Son gezimizde di mi canım?
      Canı, bakıştığı adamdan gözünü ayırdı, güldü, ön dişine dudak boyası bulaşmıştı.
      Siz rakıyı mı rahat içiyorsunuz? Viski aslında mideyi daha az yoruyormuş.
      Bir arsa vardı da çok devedikenleri doluydu orası, o çocuk yaşamımın ince, duygulu özgürlüğünü ne güzel derleyip topluyordu o arsalar; bu kente ne oldu bilemiyorum, çocuklara arsaları bırakmadılar, sıkıntıdan esneyen, akık koca binalarla dolduruyorlar.
      Siz hep böyle akıllı görünme çabasında mısınız? Ayrıntıların kişisi olmadığınız o denli açık ki, sizin adınıza ben sıkılıyorum. Çağımızın abartılmış tilciklerini bir kullanmanız var ki... Hem bu odada bu kadar sağlıksız görüntüler taşıyarak havasız yaşamak
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.
Kapat