%40
Balik'te Ölmek Sadık Arslan
Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9786052495773
Boyut
13.50x21.00
Sayfa Sayısı
148
Basım Yeri
Eskişehir
Baskı
1
Basım Tarihi
2019-11
Kapak Türü
Ciltsiz
Kağıt Türü
2. Hamur
Dili
Türkçe

Balik'te Ölmek

Yazar: Sadık Arslan
Yayınevi : Dorlion Yayınevi
28,00TL
16,80TL
%40
Satışta değil
9786052495773
809770
Balik'te Ölmek
Balik'te Ölmek
16.80

Üşüyordu balık ilk kez kendi suyunda; çünkü suyu, kendi özsuyu değildi artık. Sığınabileceği dostları yoktu. Doğanın bu temiz, doğal, coşkulu suyu; eski, saf suları değildi şimdi. Çok kirlenmiş, çok oynanmıştı suyla… Ne dinamitler, ne oltacılar görmüş, ne zehirli atıklar salınmıştı içine.

Ayrıca balığın, yosunun, kurbağanın, yeşil tarlaların umudu olan o suyu alıp santralin soğutma ünitesinde bir kulenin tepesine çıkarmış, başını döndürmüşlerdi suyun. Sonra kulenin başından aşağı onu kara kapkara bir zehre bulayıp aşağı atmışlardı. Buna rağmen su; balığa, börtü böceğe, tarlaya takıma merhem olmaya çalışıyordu.

Balıkla kadın yaralıydı, bu dünyaya sığmayacak kadar büyük ve derin düşleri vardı… Bu yüzden iki yaralı, aynı yakada bir araya gelmiş ve acıları birleştirmişti onları.

Kadın hüzünlendi, gözleri yaşardı, balığa döndü: “Hangi su, hangi deniz daha mutlu kılabilir ki bizi, bitmedikçe içimizdeki sızı…

Açgözlülüğüne engel olunmadıkça dünyanın hangi su daha berrak, diye çırpınmanın bir anlamı var mı, hangi yol, cennete çıkarabilir bizi, hangi kapı? Dünya küçük, koridor dar, kapılar kapalı… Gülleri sulayan ne su, ne tipi ne de rüzgâr var şimdi… Asude hayat bitti, sonsuzlukta başıboş bir gemi, sefil bir kadın, bir balık, bir su, hayatın zehrine atılı…”

“Yavaş yavaş öldürüyorlar bizi!” diye devam etti kadın. “Yavaş yavaş, önce suyumuzu kirletip sonra kimliğimizi, kişiliğimizi yok ediyorlar, sonra da yaşam alanımızı… Gidecek bir yerimiz, yurdumuz yok şimdi! Ardından soluksuz, nefessiz bırakıyorlar hepimizi ve hepimiz bir araya gelmeden bu nehirler, bu denizler, bu okyanuslar, bu ovalar ve vahalar asla bizim olamayacak!”

  • Açıklama
    • Üşüyordu balık ilk kez kendi suyunda; çünkü suyu, kendi özsuyu değildi artık. Sığınabileceği dostları yoktu. Doğanın bu temiz, doğal, coşkulu suyu; eski, saf suları değildi şimdi. Çok kirlenmiş, çok oynanmıştı suyla… Ne dinamitler, ne oltacılar görmüş, ne zehirli atıklar salınmıştı içine.

      Ayrıca balığın, yosunun, kurbağanın, yeşil tarlaların umudu olan o suyu alıp santralin soğutma ünitesinde bir kulenin tepesine çıkarmış, başını döndürmüşlerdi suyun. Sonra kulenin başından aşağı onu kara kapkara bir zehre bulayıp aşağı atmışlardı. Buna rağmen su; balığa, börtü böceğe, tarlaya takıma merhem olmaya çalışıyordu.

      Balıkla kadın yaralıydı, bu dünyaya sığmayacak kadar büyük ve derin düşleri vardı… Bu yüzden iki yaralı, aynı yakada bir araya gelmiş ve acıları birleştirmişti onları.

      Kadın hüzünlendi, gözleri yaşardı, balığa döndü: “Hangi su, hangi deniz daha mutlu kılabilir ki bizi, bitmedikçe içimizdeki sızı…

      Açgözlülüğüne engel olunmadıkça dünyanın hangi su daha berrak, diye çırpınmanın bir anlamı var mı, hangi yol, cennete çıkarabilir bizi, hangi kapı? Dünya küçük, koridor dar, kapılar kapalı… Gülleri sulayan ne su, ne tipi ne de rüzgâr var şimdi… Asude hayat bitti, sonsuzlukta başıboş bir gemi, sefil bir kadın, bir balık, bir su, hayatın zehrine atılı…”

      “Yavaş yavaş öldürüyorlar bizi!” diye devam etti kadın. “Yavaş yavaş, önce suyumuzu kirletip sonra kimliğimizi, kişiliğimizi yok ediyorlar, sonra da yaşam alanımızı… Gidecek bir yerimiz, yurdumuz yok şimdi! Ardından soluksuz, nefessiz bırakıyorlar hepimizi ve hepimiz bir araya gelmeden bu nehirler, bu denizler, bu okyanuslar, bu ovalar ve vahalar asla bizim olamayacak!”

  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.
Kapat