Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9789753634687
Boyut
135-210
Sayfa Sayısı
108
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
1
Kapak Türü
Karton
Kağıt Türü
2.hamur
Dili
Türkçe

Aşkımumya

6,00TL
Satışta değil
9789753634687
374770
Aşkımumya
Aşkımumya
6.00
Yalçın, "Konsol" diyor, "Adamotu" diyor, "Kısa Camel Tarihi", "Kanatlı Kapı", "Benevi" diyor, "Her Halde Bir Hayal" diyor. Sonra hepsini bir araya getirip "Aşkımumya" diyor. Murat Yalçın'ın anlatılarında dil ile duygu birbirlerinin içine ve işine o denli karışıyor ki, anlatının kendisi ancak bu sarmaş dolaş ikili "haklandığında" ele geçiyor. Lafın kısası, genç bir yazar, tuhaf ve yeni bir şeyler anlatıyor.

Tadımlık

O bir düşün, ben suskunluğun tutsağıydım. Çoğu esrik anlarımızın çakıştığı saatlerde, birbirimizi tanımaz gözlerle, bakışırdık. Suskunluğumun üstüne konuşuyordu o, ben kulağımı, gözümü, ikisini birden aynı yere, kişiye yoğunlaştıramıyordum. Bana bak... Beni dinliyor musun... Duydun mu... Gördün mü... AŞK sözcüğü kadar iğreti geliyor. Aşkla ilgisi yok tabiî, başka şeyler duyup bambaşka şeyler canlanıyordu gözümde, çözemediğim. Konuşmuyordum. İnsanların dalgınlığını bozmak, duru bir suyu bulandırmak, balıkları ürkütmek gibi bir şeydi o zamanlar. Ne zaman, sessizce durup o duruluğa dalsam, bir küçük balık olmak, o suda yüzerek kaybolmak isterdim. Işığı yaktım. Canı sıkıldı. Sıkıldı işte, gözlerini yumdu, avurtlarını şişirdi, ciğerlerini boşalttı: Bunları anlatırken yoruluyorum, artık bıktın değil mi? dedi. Işığı kapatayım da uyu, ben bekler, kötü düşleri kovarım başından, dedim. Güldü. Yanına uzandım, işaret parmağımı yanaklarında gezdirdim. Bebek güldü, dedim. Bebek çok ağladı, biraz gülsün, dedi, gülerse... Göz göze oyunu oynadık. Gözlerimizi kaydırıp kırpmadan uzun uzun bakıştık. Gözbebeklerimizde birbirimizi aradık. Hava kararıyordu. Aynı şeyleri düşündüğümüzü sanarak öylece kaldık. Oyun oynadığımızı unutasıya... Hadi, sarıl da uyuyalım, dedi. Arkasından sarıldım, göğüslerini avuçladım, dizlerimi dizlerinin altına yerleştirdim. Soluğunu ensemde hissetmek ne güzel, dedi, bir ağacın kovuğuna sığınmışım gibi. Korku mu bu, yoksa... Sustum. Ne tuhaf, insan hep bir başkasında mı bulacak kendini? dedi. Evet, diye mırıldandım, kulağının arkasından ılıkça, insan hep kendini arayacak, insandan insana koşacak... Yadırgadım bu son sözlerimi; bir misyonerin ağzından çıkıverdi. Güldüm; meme uçlarını parmaklarımın arasına aldım, izmarit tutar gibi. Uyuduğunu hissettim, ağır ağır çektim ellerimi. Oda ağırlaştı, yalnız, masadaki pikabın düğmeleri parlıyordu. İnleyerek yatağın ucuna doğru kıvrıldı. Kalktım, yüzüme üç avuç su çaldım. (Sular kesilmek üzereydi, sık sık klozete oturup düşünürdüm, diyesim geldi.) Ellerimi musluğa tuttum, alnımı aynaya dayadım, donamlarını ezberlediğim bu evi düşünmeye koyuldum. Evleri düşünmekten bıkmıştım, yıllardır. Hemen musluğu kapadım, ellerim morarmaya yüz tutmuş. Giyindim; ipeksi, nefti külotunu yerden kaldırdım, sonra alnından öptüm, uyanmadı. Evden çıktım, sokakları özlemiştim. Sözü dinlenmeyen, yarıda kesilip azarlanan çocuklar gibi, yaşadığımı, bunları da kaotik bir tutkuyla yazdığımı biliyorum. Yaşamı(mı)n bütün çekilmezliklerini anlatamam ki. Belki okuduktan sonra bu sayfaları da yırtar, yırtar, (ya kulaklarıma tıkar ya da) bir avuç konfeti gibi, pencereden sokağa salarım.
  • Açıklama
    • Yalçın, "Konsol" diyor, "Adamotu" diyor, "Kısa Camel Tarihi", "Kanatlı Kapı", "Benevi" diyor, "Her Halde Bir Hayal" diyor. Sonra hepsini bir araya getirip "Aşkımumya" diyor. Murat Yalçın'ın anlatılarında dil ile duygu birbirlerinin içine ve işine o denli karışıyor ki, anlatının kendisi ancak bu sarmaş dolaş ikili "haklandığında" ele geçiyor. Lafın kısası, genç bir yazar, tuhaf ve yeni bir şeyler anlatıyor.

      Tadımlık

      O bir düşün, ben suskunluğun tutsağıydım. Çoğu esrik anlarımızın çakıştığı saatlerde, birbirimizi tanımaz gözlerle, bakışırdık. Suskunluğumun üstüne konuşuyordu o, ben kulağımı, gözümü, ikisini birden aynı yere, kişiye yoğunlaştıramıyordum. Bana bak... Beni dinliyor musun... Duydun mu... Gördün mü... AŞK sözcüğü kadar iğreti geliyor. Aşkla ilgisi yok tabiî, başka şeyler duyup bambaşka şeyler canlanıyordu gözümde, çözemediğim. Konuşmuyordum. İnsanların dalgınlığını bozmak, duru bir suyu bulandırmak, balıkları ürkütmek gibi bir şeydi o zamanlar. Ne zaman, sessizce durup o duruluğa dalsam, bir küçük balık olmak, o suda yüzerek kaybolmak isterdim. Işığı yaktım. Canı sıkıldı. Sıkıldı işte, gözlerini yumdu, avurtlarını şişirdi, ciğerlerini boşalttı: Bunları anlatırken yoruluyorum, artık bıktın değil mi? dedi. Işığı kapatayım da uyu, ben bekler, kötü düşleri kovarım başından, dedim. Güldü. Yanına uzandım, işaret parmağımı yanaklarında gezdirdim. Bebek güldü, dedim. Bebek çok ağladı, biraz gülsün, dedi, gülerse... Göz göze oyunu oynadık. Gözlerimizi kaydırıp kırpmadan uzun uzun bakıştık. Gözbebeklerimizde birbirimizi aradık. Hava kararıyordu. Aynı şeyleri düşündüğümüzü sanarak öylece kaldık. Oyun oynadığımızı unutasıya... Hadi, sarıl da uyuyalım, dedi. Arkasından sarıldım, göğüslerini avuçladım, dizlerimi dizlerinin altına yerleştirdim. Soluğunu ensemde hissetmek ne güzel, dedi, bir ağacın kovuğuna sığınmışım gibi. Korku mu bu, yoksa... Sustum. Ne tuhaf, insan hep bir başkasında mı bulacak kendini? dedi. Evet, diye mırıldandım, kulağının arkasından ılıkça, insan hep kendini arayacak, insandan insana koşacak... Yadırgadım bu son sözlerimi; bir misyonerin ağzından çıkıverdi. Güldüm; meme uçlarını parmaklarımın arasına aldım, izmarit tutar gibi. Uyuduğunu hissettim, ağır ağır çektim ellerimi. Oda ağırlaştı, yalnız, masadaki pikabın düğmeleri parlıyordu. İnleyerek yatağın ucuna doğru kıvrıldı. Kalktım, yüzüme üç avuç su çaldım. (Sular kesilmek üzereydi, sık sık klozete oturup düşünürdüm, diyesim geldi.) Ellerimi musluğa tuttum, alnımı aynaya dayadım, donamlarını ezberlediğim bu evi düşünmeye koyuldum. Evleri düşünmekten bıkmıştım, yıllardır. Hemen musluğu kapadım, ellerim morarmaya yüz tutmuş. Giyindim; ipeksi, nefti külotunu yerden kaldırdım, sonra alnından öptüm, uyanmadı. Evden çıktım, sokakları özlemiştim. Sözü dinlenmeyen, yarıda kesilip azarlanan çocuklar gibi, yaşadığımı, bunları da kaotik bir tutkuyla yazdığımı biliyorum. Yaşamı(mı)n bütün çekilmezliklerini anlatamam ki. Belki okuduktan sonra bu sayfaları da yırtar, yırtar, (ya kulaklarıma tıkar ya da) bir avuç konfeti gibi, pencereden sokağa salarım.
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.
Kapat