%30
Analitik Felsefenin Öyküsü Anat Biletzki
Teknik Bilgiler
Stok Kodu
9789753971904
Boyut
13.50x21.50
Sayfa Sayısı
296
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
1
Basım Tarihi
2017-01
Çeviren
Meriç Mete
Kapak Türü
Ciltsiz
Kağıt Türü
2. Hamur
Dili
Türkçe

Analitik Felsefenin Öyküsü

Yazar: Anat Biletzki
Yayınevi : İdea Yayınevi
94,00TL
65,80TL
%30
Satışta değil
9789753971904
711091
Analitik Felsefenin Öyküsü
Analitik Felsefenin Öyküsü
65.80

Kitaba Önsözün belirttiği gibi, “analitik felsefenin çoktandır bir bunalım durumunda olduğu tartışmanın ötesindedir”; ve “verimliliği ve giderek genel felsefe topluluğu içindeki meşruluğu bile ele alması gereken sorunlar olmuştur.”


Viyana pozitivizmi ile akrabalık içinde büyüyen analitik felsefenin devrimci karakteri daha başından öylesine açıktır ki, onu yaratan ve büyüten etmenin felsefe tarihinden gelmiş olması pek olası görünmez. Pozitivist ve analist bakış açısından, Platon ve Aristoteles'ten Descartes, Leibniz ve Spinoza'ya, Kant, Fichte ve Hegel'e tümü de felsefe yapmak yerine yalnızca “dil yanlışları” yapmışlardı ve bütün bir felsefe tarihi bilinmesi, okunması bile gereksiz bir çöplüktü. Felsefe yeniden tanımlanmalı, “bilgelik sevgisi” gibi görkemli ve gösterişli hedeflerden vazgeçmeli, anlamsız metafiziği bir yana bırakmalıydı. Felsefenin ne olduğu en sonunda 20'nci yüzyılda Wittgenstein ile anlaşılmıştı: “Tüm felsefe dilin bir eleştirisidir” (Tr 4.0031). Tüm düşünmeden konuşan varlıklar felsefedeki bu büyük linguistik dönüşü kutladılar.


Analitik felsefenin öyküsü biraz daha erken bir tarihte, Moore'un ve onu “closely in his footsteps” izleyen Russell'ın Kant ve Hegel felsefelerine duydukları tepki ile başlar. Analitik felsefenin tüm niteliği onun açılışını yapan düşünürün niteliği tarafından kanıtlanır. Yeni bir gelenek başlatmakta olan analistler 1900-10 arasında bir “önerme realizmi” dedikleri şeyi kabul ettiler. Ama bu deneme başarılı olmayınca ve “çimenlerin reel olarak yeşil” olmadığı anlaşılınca, yaklaşık olarak 1910-30'a arasına düşen dönem boyunca “mantıksal atomizm” ve “ideal dil analizi” olarak bilinen konumlara geçildi. 1930-45 arasına düşen üçüncü evre “mantıksal pozitivizm” evresi, 1945-65 arasına düşen dördüncü evre “sıradan dil analizi” evresidir. Denenecek yeni yol bulunamayınca (ya da belki de tüm konumlar önceden Kıta'da başkaları tarafından kapıldığı için), ve bundan böyle analitik gelenek ne olduğunu anlamada kendisi de sıkıntı çekmeye başladığı için, 60'lardan bu yana sürmekte olan son dönem “eklektik” olarak karakterize edilir. Seçilecek almaşıklar arasında yeğleme yapmak için herhangi bir ölçüt olmadığından pragmatizmden semiotiğe, metafizikten materyalizme, natüralizme, fenomenalizme kadar her tür yenilik (ya da eskilik) denenmekte, analitik gelenek dereceli olarak hak ettiği postmodern karakteri kazanmaktadır.


Analitik “felsefe” felsefenin evrenselliği ile karşıtlık içinde yerelliği, bir tür şovenizmi yeğledi ve “İngiliz Görgücülüğü” olarak bilinen öznel idealizm kültürü içinde kaldı. Bu “öznel idealizm” bilincin dışına çıkamamakla ünlü iken, analitik gelenek sözde dil analizinde tam olarak aynı şeyi yaptı, dünyaya dokunmadı. Bu düzeye dek, analitik geleneğin “dünyaya ilgisizliği” keyfi bir seçim değildir. Her şey bir yana, analitik gelenek felsefede bir ilerleme değildi çünkü felsefe tarihine ait değildi ve Wittgenstein'ın “felsefede ilerleme düşüncesi bir sabuklamadır” görüşüne uygun davrandı.


Analitik felsefenin saçmalıkları en sonunda insan Usunun saçmalıklarıdır, ve Usun kendini tanımak için kendini bütünlüğü içinde tanıması, usdışını da tanıması gerektiği açıktır. Analitik felsefe bu udışını geliştirme görevini üstlenen çeşitli eğilimlerden yalnızca biridir. Eğer analitik felsefe olmamış olsaydı, bu işi başka bir analitik felsefenin yerine getirmesi gerekecekti.
— Aziz Yardımlı

  • Açıklama
    • Kitaba Önsözün belirttiği gibi, “analitik felsefenin çoktandır bir bunalım durumunda olduğu tartışmanın ötesindedir”; ve “verimliliği ve giderek genel felsefe topluluğu içindeki meşruluğu bile ele alması gereken sorunlar olmuştur.”


      Viyana pozitivizmi ile akrabalık içinde büyüyen analitik felsefenin devrimci karakteri daha başından öylesine açıktır ki, onu yaratan ve büyüten etmenin felsefe tarihinden gelmiş olması pek olası görünmez. Pozitivist ve analist bakış açısından, Platon ve Aristoteles'ten Descartes, Leibniz ve Spinoza'ya, Kant, Fichte ve Hegel'e tümü de felsefe yapmak yerine yalnızca “dil yanlışları” yapmışlardı ve bütün bir felsefe tarihi bilinmesi, okunması bile gereksiz bir çöplüktü. Felsefe yeniden tanımlanmalı, “bilgelik sevgisi” gibi görkemli ve gösterişli hedeflerden vazgeçmeli, anlamsız metafiziği bir yana bırakmalıydı. Felsefenin ne olduğu en sonunda 20'nci yüzyılda Wittgenstein ile anlaşılmıştı: “Tüm felsefe dilin bir eleştirisidir” (Tr 4.0031). Tüm düşünmeden konuşan varlıklar felsefedeki bu büyük linguistik dönüşü kutladılar.


      Analitik felsefenin öyküsü biraz daha erken bir tarihte, Moore'un ve onu “closely in his footsteps” izleyen Russell'ın Kant ve Hegel felsefelerine duydukları tepki ile başlar. Analitik felsefenin tüm niteliği onun açılışını yapan düşünürün niteliği tarafından kanıtlanır. Yeni bir gelenek başlatmakta olan analistler 1900-10 arasında bir “önerme realizmi” dedikleri şeyi kabul ettiler. Ama bu deneme başarılı olmayınca ve “çimenlerin reel olarak yeşil” olmadığı anlaşılınca, yaklaşık olarak 1910-30'a arasına düşen dönem boyunca “mantıksal atomizm” ve “ideal dil analizi” olarak bilinen konumlara geçildi. 1930-45 arasına düşen üçüncü evre “mantıksal pozitivizm” evresi, 1945-65 arasına düşen dördüncü evre “sıradan dil analizi” evresidir. Denenecek yeni yol bulunamayınca (ya da belki de tüm konumlar önceden Kıta'da başkaları tarafından kapıldığı için), ve bundan böyle analitik gelenek ne olduğunu anlamada kendisi de sıkıntı çekmeye başladığı için, 60'lardan bu yana sürmekte olan son dönem “eklektik” olarak karakterize edilir. Seçilecek almaşıklar arasında yeğleme yapmak için herhangi bir ölçüt olmadığından pragmatizmden semiotiğe, metafizikten materyalizme, natüralizme, fenomenalizme kadar her tür yenilik (ya da eskilik) denenmekte, analitik gelenek dereceli olarak hak ettiği postmodern karakteri kazanmaktadır.


      Analitik “felsefe” felsefenin evrenselliği ile karşıtlık içinde yerelliği, bir tür şovenizmi yeğledi ve “İngiliz Görgücülüğü” olarak bilinen öznel idealizm kültürü içinde kaldı. Bu “öznel idealizm” bilincin dışına çıkamamakla ünlü iken, analitik gelenek sözde dil analizinde tam olarak aynı şeyi yaptı, dünyaya dokunmadı. Bu düzeye dek, analitik geleneğin “dünyaya ilgisizliği” keyfi bir seçim değildir. Her şey bir yana, analitik gelenek felsefede bir ilerleme değildi çünkü felsefe tarihine ait değildi ve Wittgenstein'ın “felsefede ilerleme düşüncesi bir sabuklamadır” görüşüne uygun davrandı.


      Analitik felsefenin saçmalıkları en sonunda insan Usunun saçmalıklarıdır, ve Usun kendini tanımak için kendini bütünlüğü içinde tanıması, usdışını da tanıması gerektiği açıktır. Analitik felsefe bu udışını geliştirme görevini üstlenen çeşitli eğilimlerden yalnızca biridir. Eğer analitik felsefe olmamış olsaydı, bu işi başka bir analitik felsefenin yerine getirmesi gerekecekti.
      — Aziz Yardımlı

  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.
Kapat