%15
Varlık Aylık Edebiyat Kültür Dergisi Sayı: 1340 Mayıs 2019 Kolektif
Teknik Bilgiler
Stok Kodu
3990000051528
Boyut
19.50x27.00
Sayfa Sayısı
112
Basım Yeri
İstanbul
Baskı
1
Basım Tarihi
2019-04
Kapak Türü
Ciltsiz
Kağıt Türü
2. Hamur
Dili
Türkçe

Varlık Aylık Edebiyat Kültür Dergisi Sayı: 1340 Mayıs 2019

Yazar: Kolektif
Yayınevi : Varlık Dergisi
20,00TL
17,00TL
%15
Satışta değil
3990000051528
786229
Varlık Aylık Edebiyat Kültür Dergisi Sayı: 1340 Mayıs 2019
Varlık Aylık Edebiyat Kültür Dergisi Sayı: 1340 Mayıs 2019
17.00

İyimserlik ve Kötümserlik Arasında Umut
Nilgün Tutal

Varlık dergisinin Mayıs sayısında umudu ele alıyoruz. Muğlak anlamlar yüklü bir sözcük, genellikle olumlu bir değer atfedilerek kullanılıyor. Çünkü umut en iyi haliyle müreffeh bir gelecek beklentisi olarak çıkıyor karşımıza. Kurulu düzenin değişeceğine, hep böyle kalmayacağına dair bir inanç. İdealistler seküler bile olsalar inanca benzeyen bir umudu yaygınlaştırmaktan hiç geri durmadılar. Ütopyaları da bu bağlamda teknik-kapitalizmin cenneti bu dünyada var etmesine dayanıyordu. Materyalistler açısından iş biraz daha zordu, hem insana ve topluma umudu besleyecekleri hem de bunu dinî inançların sağladığı güvenceler olmadan yapacakları ütopyalar geliştirmek zorunda kaldılar. Gelgelelim hem biri hem de diğeri için çoğuncası ilerlemeye duyulan inanca dayandırdıkları gelecek ütopyası çıkmaza girdi. Bugünden, şimdiden başka bir şey elde kalmadı. İyimser Olmayan Umut başlıklı kitabında Terry Eagleton (2016, s. 25) “kapitalizmin önceki evresinde göz kamaştıran bir umut ufukta hep gözükürdü, oysa şimdi ya cılız bir beklenti söz konusu ya da gelecek şimdinin bir nakaratına dönüşmüştür” diyor. Aynı eserinde Eagleton şimdi umut verici bir şeyin kalmamış olmasının bizatihi umut verici bir işaret olduğunu, bunun da ortada kurtarılacak hiçbir şey kalmadığı anlamına geldiğini söylüyor. 1938 1957 yılları arasında yazdığı Le Principe d'Espérance (Umut İlkesi) başlıklı yapıtında Ernst Bloch şöyle demiş umut için: “Yalancı umut en büyük kötülükleri yapanlardan biri, insan ırkının tanıdığı en aptallaştırıcı şeylerden biridir: Somut ve otantik umutsa insanlığa en çok iyilik yapandır” (1976, s.12). Bu somut ve otantik umut Bloch'un düşüncesinde dünyayı dert edinen ve olayların doğal gidişatını aşmaya denk düşen ütopya olarak yerini alır.

Bu şekliyle umut soyut ve idealist kabuğundan dışarı çıkarılmış olur. Somutluğu şu şekilde de anlayabiliriz: Geleceğin ve rüyalarımızın tutsağı haline geliyoruz. Muhteşem olacağını varsaydığımız gelecek beklentisi içinde, gerçek tek yaşam olan bugünü yitiriyoruz. Fransız filozof André Compte- Sponville 1984 yılında çıkan Traité du désespoir et de la béatititude (Umutsuzluk ve Sonsuz Mutluluk İncelemesi) başlıklı kitabında bu bağlama uygun düşen Blaise Pascal'ın bir deyişini anımsatıyor: “Böylece hiç yaşamıyoruz, yaşamayı umuyoruz.” Tanrılı ya da tanrısız dinlerin tuzağı da bu olsa gerek. Umut, biraz aşırıya kaçacak bile olsak, halkın afyonudur demek yanlış olmaz. Umuttan kurtulmuş saf neşe anlamına gelen bir sonsuz mutluluk, insanın kurulu iktidarın yaktığı soyut umut ışığıyla gözlerinin kamaşmaması için bir yol olabilir.

Umut beraberinde tarihi, dinleri, ütopyaları, umutsuzluğu da düşünmeyi zorunlu kıldığı için geniş bir tartışma bağlamının içine soku yor insanı. Bu sayıda konuyu dört yazıyla ele alıyoruz.

“Geleceğin Kaybını Hissetmek” başlıklı yazısında Nilgün Tutal yerel Seçimlerden sonra Beşiktaş'taki meydanda komünist gençliğin sattığı gazetenin: “Umutluyuz ama naif değiliz” manşetine dikkat çekerek, muhalefetin büyük illerde iktidar partisinin önüne geçmesinin bir “umut doğdu, umutluyuz” söylemine hayat verdiğini söylüyor. Yazısında “Bir değişim arzusu olduğu doğru, son günlerin umutluyuz söyleminde,” diyerek soruyor: Ama umut sözcüğü dile gelir gelmez “naif değiliz” açıklamasını da beraberinde getiriyor; “umutluyuz”dan daha çok “naif değiliz” deyişinin üstünde mi durmalıyız?İkinci yazı Musab Oğuz'un. “Umuda Sürülmek, Nietzsche'nin Kutusundan Saçılanlar ve Umuttan Kaçış” yazısında umut kavramını, insanın varlık sahasındaki yerine bir anlam ve dayanak verme endişesi taşıyan anlatıların izinde sürerken Nietzsche'ye uğruyor ve onun “Aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır” sözü bağlamında ele alıyor.

Mehmet Özkan Şüküran konuyu edebiyat ile umut arasındaki ilişki bağlamına oturtuyor. “Umut İçin Bir Barınak: Edebiyat” başlıklı yazısıyla, umut ve edebiyat ilişkisini istisna hali üzerinden tartışıyor. Yazı, geldiğimiz noktada edebiyata yüklenen kurtarıcı rolünü, edebiyatın tuhaf zamanlarda nasıl bir yere tekabül ettiğini, bu ilişki bağlamında sorguluyor.

İncilay Cangöz yazısında umut üstüne sorgulamayı kışkırtan yerel seçimler bağlamına yerleştiriyor tartışmayı. “Türkiye'de Seçim ve Seçim Dinamizmi” yazısında 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin ardından seçmenlerin tercihlerinin bir okumasını yapıyor. Bölgesel olarak çıkan sonuçların sosyolojik ve siyasal anlamlarına kısaca değinirken Türkiye'de seçmenlerin dinamizminin kaynaklarını irdeliyor. Seçimlerin hayli dinamik geçmesinde akraba veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılığa verilen ad olarak nepotizme dikkat çekiyor.

  • Açıklama
    • İyimserlik ve Kötümserlik Arasında Umut
      Nilgün Tutal

      Varlık dergisinin Mayıs sayısında umudu ele alıyoruz. Muğlak anlamlar yüklü bir sözcük, genellikle olumlu bir değer atfedilerek kullanılıyor. Çünkü umut en iyi haliyle müreffeh bir gelecek beklentisi olarak çıkıyor karşımıza. Kurulu düzenin değişeceğine, hep böyle kalmayacağına dair bir inanç. İdealistler seküler bile olsalar inanca benzeyen bir umudu yaygınlaştırmaktan hiç geri durmadılar. Ütopyaları da bu bağlamda teknik-kapitalizmin cenneti bu dünyada var etmesine dayanıyordu. Materyalistler açısından iş biraz daha zordu, hem insana ve topluma umudu besleyecekleri hem de bunu dinî inançların sağladığı güvenceler olmadan yapacakları ütopyalar geliştirmek zorunda kaldılar. Gelgelelim hem biri hem de diğeri için çoğuncası ilerlemeye duyulan inanca dayandırdıkları gelecek ütopyası çıkmaza girdi. Bugünden, şimdiden başka bir şey elde kalmadı. İyimser Olmayan Umut başlıklı kitabında Terry Eagleton (2016, s. 25) “kapitalizmin önceki evresinde göz kamaştıran bir umut ufukta hep gözükürdü, oysa şimdi ya cılız bir beklenti söz konusu ya da gelecek şimdinin bir nakaratına dönüşmüştür” diyor. Aynı eserinde Eagleton şimdi umut verici bir şeyin kalmamış olmasının bizatihi umut verici bir işaret olduğunu, bunun da ortada kurtarılacak hiçbir şey kalmadığı anlamına geldiğini söylüyor. 1938 1957 yılları arasında yazdığı Le Principe d'Espérance (Umut İlkesi) başlıklı yapıtında Ernst Bloch şöyle demiş umut için: “Yalancı umut en büyük kötülükleri yapanlardan biri, insan ırkının tanıdığı en aptallaştırıcı şeylerden biridir: Somut ve otantik umutsa insanlığa en çok iyilik yapandır” (1976, s.12). Bu somut ve otantik umut Bloch'un düşüncesinde dünyayı dert edinen ve olayların doğal gidişatını aşmaya denk düşen ütopya olarak yerini alır.

      Bu şekliyle umut soyut ve idealist kabuğundan dışarı çıkarılmış olur. Somutluğu şu şekilde de anlayabiliriz: Geleceğin ve rüyalarımızın tutsağı haline geliyoruz. Muhteşem olacağını varsaydığımız gelecek beklentisi içinde, gerçek tek yaşam olan bugünü yitiriyoruz. Fransız filozof André Compte- Sponville 1984 yılında çıkan Traité du désespoir et de la béatititude (Umutsuzluk ve Sonsuz Mutluluk İncelemesi) başlıklı kitabında bu bağlama uygun düşen Blaise Pascal'ın bir deyişini anımsatıyor: “Böylece hiç yaşamıyoruz, yaşamayı umuyoruz.” Tanrılı ya da tanrısız dinlerin tuzağı da bu olsa gerek. Umut, biraz aşırıya kaçacak bile olsak, halkın afyonudur demek yanlış olmaz. Umuttan kurtulmuş saf neşe anlamına gelen bir sonsuz mutluluk, insanın kurulu iktidarın yaktığı soyut umut ışığıyla gözlerinin kamaşmaması için bir yol olabilir.

      Umut beraberinde tarihi, dinleri, ütopyaları, umutsuzluğu da düşünmeyi zorunlu kıldığı için geniş bir tartışma bağlamının içine soku yor insanı. Bu sayıda konuyu dört yazıyla ele alıyoruz.

      “Geleceğin Kaybını Hissetmek” başlıklı yazısında Nilgün Tutal yerel Seçimlerden sonra Beşiktaş'taki meydanda komünist gençliğin sattığı gazetenin: “Umutluyuz ama naif değiliz” manşetine dikkat çekerek, muhalefetin büyük illerde iktidar partisinin önüne geçmesinin bir “umut doğdu, umutluyuz” söylemine hayat verdiğini söylüyor. Yazısında “Bir değişim arzusu olduğu doğru, son günlerin umutluyuz söyleminde,” diyerek soruyor: Ama umut sözcüğü dile gelir gelmez “naif değiliz” açıklamasını da beraberinde getiriyor; “umutluyuz”dan daha çok “naif değiliz” deyişinin üstünde mi durmalıyız?İkinci yazı Musab Oğuz'un. “Umuda Sürülmek, Nietzsche'nin Kutusundan Saçılanlar ve Umuttan Kaçış” yazısında umut kavramını, insanın varlık sahasındaki yerine bir anlam ve dayanak verme endişesi taşıyan anlatıların izinde sürerken Nietzsche'ye uğruyor ve onun “Aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır” sözü bağlamında ele alıyor.

      Mehmet Özkan Şüküran konuyu edebiyat ile umut arasındaki ilişki bağlamına oturtuyor. “Umut İçin Bir Barınak: Edebiyat” başlıklı yazısıyla, umut ve edebiyat ilişkisini istisna hali üzerinden tartışıyor. Yazı, geldiğimiz noktada edebiyata yüklenen kurtarıcı rolünü, edebiyatın tuhaf zamanlarda nasıl bir yere tekabül ettiğini, bu ilişki bağlamında sorguluyor.

      İncilay Cangöz yazısında umut üstüne sorgulamayı kışkırtan yerel seçimler bağlamına yerleştiriyor tartışmayı. “Türkiye'de Seçim ve Seçim Dinamizmi” yazısında 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin ardından seçmenlerin tercihlerinin bir okumasını yapıyor. Bölgesel olarak çıkan sonuçların sosyolojik ve siyasal anlamlarına kısaca değinirken Türkiye'de seçmenlerin dinamizminin kaynaklarını irdeliyor. Seçimlerin hayli dinamik geçmesinde akraba veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılığa verilen ad olarak nepotizme dikkat çekiyor.

  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitaba henüz kimse yorum yapmamıştır.
Kapat